Deniz ŞENVAR PEKİN Avukat / Yönetici Ortak
Sena SEVİMLİ Avukat
[email protected]
16 Nisan 2025
A-
A+
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (“TTK”) 365. maddesine göre anonim şirketlerde yönetim organı olarak şirketi yönetmek ve temsil etmek yönetim kurulunun görevidir. Yönetim kurulu ise bir veya daha fazla kişiden oluşabileceği gibi gerçek ya da tüzel kişilerden de oluşabilir. Yine yönetim kurulu üyeleri pay sahibi (ortak) olabileceği gibi bunun aksi de mümkündür. Her ne kadar yönetim ve temsil yetkisi yönetim kuruluna ait olsa da anonim şirket yapılanmalarında çoğu zaman bu yetkilerin yalnızca yönetim kurulu tarafından kullanılmadığını ve TTK’nın 375. maddesi uyarınca devredilemez görev ve yetkiler haricinde bu yönetim kurulunun yönetim ve temsil yetkilerinden bazılarının yönetim kurulu üyesi olmayan kişilere verilebildiği gözlenmektedir. Bu yetkilerin yönetim kurulu üyelerinden birine ya da birkaçına devredilmesi halinde murahhas üye; yönetim kurulu üyeleri dışında birine ya da birkaç kişiye devredilmesi halinde ise murahhas müdürden bahsetmek gerekecektir. Dolayısıyla, yönetim ve temsil yetkisi zaman zaman pay sahibi olan veya olmayan yönetim kurulu üyeleri ile birlikte yine pay sahibi olan ya da olmayan murahhas müdür veya genel müdür gibi üst düzey yöneticiler tarafından kullanılabilmektedir. Yine zaman zaman üst düzey yöneticiler yalnızca yönetim organının yetkilendirilmiş bir parçası olmaktan ziyade bizzat yönetim kurulu üyesi olarak da yapılanmanın bir parçası olabilmektedir. Bu noktada, yönetim kurulu üyeleri ile pay sahipliği bulunan kişilerin esasen işçi mi yoksa işveren mi olduğu ve bu iki sıfatın bir kişide birleştiği halde bunun hukuki niteliğinin ne olacağını belirleyebilmek önem arz edecek ve bu karmaşık yapıda görev alan her bir kişinin şirket ile kurduğu ilişkinin ayrı ayrı değerlendirilmesi ile kurulan ilişkinin hukuki nitelendirmesinin yapılması gerekecektir.
Bu yazımız ile pay sahipliği bulunan kişiler ve yönetim kurulu üyelerinin anonim şirket yapılanmasındaki farklı konumları ile birlikte işvereni ile arasında kurduğu ilişkinin hukuki nitelendirmesini irdelemeye çalışacağız.
SALT İŞÇİ SIFATI
4857 sayılı İş Kanunu’nun (“İş Kanunu”) 2. maddesi ile işçi, bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi olarak tanımlanmış; iş sözleşmesi ise yine İş Kanunu’nun 8. maddesi ile bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşme olarak tanımlanmıştır. Bu meyanda, işçi ve işveren arasında iş sözleşmesine bağlı bir iş ilişkisi kurabilmek için iş görme, ücret ve bağımlılık unsurlarının mutlak surette bulunması gerekecektir. Bu unsurlardan herhangi birinin yokluğu halinde ise iş sözleşmesi ve haliyle işçi ile işveren ilişkisi varlığından bahsetmek mümkün olmayacaktır. Örneğin iş görme borcu karşılığında ücret alan bir gerçek kişinin iş görme borcunu talimat almaksızın ve kendi inisiyatifiyle yerine getirdiği durumda bağımlılık unsuru eksik olan bu ilişkinin iş ilişkisi değil eser ya da vekâlet ilişki olarak kabul edilmesi ve taraflar arasındaki sözleşmenin de yine İş Kanunu’na tabi bir hizmet sözleşmesi olamayacağını kabul etmek gerekecektir.
SALT İŞVEREN SIFATI VE YÖNETİM KURULU ÜYELİĞİ
İş Kanunu’nun 2. maddesi ile işveren, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişi yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar olarak tanımlanmıştır. İş ilişkisinde işveren iş görme ediminin alacaklısı ve işçiye en üst düzeyde emir ve talimat veren kişi olarak konumlanır. Bu ilişkide iş görme ediminin alacaklısı soyut işveren; emir ve talimat veren kişi ise somut işveren olarak sayılırlar. Eş deyişle, tüzel kişinin kendisi soyut işverenken tüzel kişinin yönetim organı somut işverendir. Örneğin, bir anonim şirkette, soyut işveren anonim şirketin kendisidir. Bunun yanında en üst düzeyde emir ve talimat verme yetkisine sahip bulunan anonim şirketin organı olan yönetim kurulu da somut işveren sıfatını taşır. Dolayısıyla, emir ve talimat verme yetkisine sahip yönetim kurulu üyesi kişilerin somut işveren olduğu, bu kişiler ile tüzel kişi arasındaki ilişkininse iş ilişkisinden ziyade bir vekâlet ilişkisi olduğunun kabulü gerekmektedir.
İşverenden aldıkları temsil yetkisine dayanarak işveren adına değişik düzeylerde işin yönetiminde görev alan ve talimat verme yetkisine sahip bulunan genel müdürler, müdürler, yöneticiler gibi kişilerin ise işveren vekili olarak kabul edilmesi ve işveren ile arasındaki ilişkinin iş ilişkisi olarak değerlendirilmesi gerekmektedir (Sarper Süzek, İş Hukuku, 22. Baskı).
Bu bağlamda, şirket bünyesinde görev alan fakat tek başına yönetim organı niteliğine sahip olmayan ve aynı doğrultuda münferit imza yetkisi bulunmayan yönetim kurulu üyelerinin de işveren ile arasındaki ilişkinin kural olarak iş ilişkisi olduğunu kabul etmek gerekir. Yine yönetim kurulu üyeleri, şirkette alınacak kararlara etki edebilecek oy veya karar payı çoğunluğuna sahip değil ise kişisel bağımsızlıktan bahsetmek mümkün olmayacaktır. Yüksek mahkemenin de bu yönde kararlar verdiği görülmektedir;
“Ticaret sicil kayıtlarından davacının davalı şirkette 06.05.2009 tarihinde üç yıllığına yönetim kurulu üyesi seçildiği ve 10,00 TL değerinde pay sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak 250.000,00 TL hissesi bulunan davalı şirkette 10,00 TL değerinde pay sahibi olunmasının uyuşmazlığa konu olan dönemde yürürlükte bulunan Türk Ticaret Kanunu gereği anonim şirketlerin beş ortaktan oluşma zorunluluğu sebebi ile sembolik olduğu anlaşılmaktadır. Ticaret sicil kayıtlarına göre anılan dönemde yönetim kurulu üyesi olan davacının şirketi temsil ve ilzam yetkisi de bulunmamaktadır. Hal böyle iken, şirketi temsil ve yönetime yetkili kişi-organ (işveren) sıfatını kazandığı söylenemez. Davalı tarafından tutulan devamsızlık tutanakları, yıllık izin çizelgesi, ücret bordroları ve ihtarnameler de değerlendirildiğinde taraflar arasındaki ilişkide iş sözleşmesinin zaman ve ücret bakımından bağımlılık ve iş görme unsurlarının gerçekleştiği, uyuşmazlığın işçi-işveren ilişkisinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple davaya bakmakla İş Mahkemelerinin görevli olduğu kabul edilerek yargılamaya devam edilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile görevsizlik kararı verilmesi hatalıdır.” (Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, 2016/8526E. 2016/12244K. 25.04.2016T.)
Ne var ki, her ilişkinin hukuki nitelendirmesinin somut olaya göre değerlendirilmesi gerektiği ise hukukun gerekliliklerinden kabul edilmelidir. Nitekim, Yargıtay da aşağıdaki kararı ile yönetim yetkisine sahip olmayan yönetim kurulu üyesinin tüzel kişi ile iş ilişkisi kurabileceğine değinmiştir;
“Limited şirket, hisseli komandit ve kolektif şirketlerde şirketi yönetim yetkisi şirket ortaklarından birine bırakıldığında bu kişi müdür sıfatıyla kişi-organ sayılır. Türk Ticaret Kanununun 319. maddesine göre anonim şirketler yönünden de yönetim ve temsil yetkisinin yönetim kurulu üyelerine bırakılması halinde bu kişi ya da kişiler kişi-organ sıfatını kazanır. Bu açıdan bakıldığında tüzel kişi şirketi temsil ve yönetime yetkili kişi-organ sıfatını haiz kişiler doğrudan somut işveren olduğundan, kural olarak işçi sıfatını haiz olmazlar.
İş Kanununa tabi genel müdür olarak çalışanların aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olmaları halinde ise, kişi- organ statüsünü haiz olup olmadığının araştırılması gerekir. Genel müdürün organ sıfatını kazanmaksızın yönetim kurulu üyesi olması halinde, yürütmekte olduğu genel müdürlük görevi sebebiyle iş ilişkisinin devam ettiği sonucuna varılmalıdır. Buna karşın şirketi temsil ve ilzama yetkili, kişi- organ sıfatı kazanılmışsa, işçi ve işveren sıfatı aynı kişide birleşemeyeceğinden iş ilişkisinin sona erdiği kabul edilmelidir.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2008/35169E. 2010/28779K. 12.10.2010T.)
PAY SAHİPLİĞİ BULUNAN KİŞİLER
Yine pay sahipliği olan bir kişi de aynı zamanda şirkette çalışan bir işçi olarak görev alabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, şirket ortağının aynı zamanda yönetim kurulu üyesi sıfatına sahip bir pozisyonda bulunması durumunda iş hukuku açısından ortaya çıkabilecek sonuçlardır.
Yönetim yetkisine sahip bir pay sahibinin, şirketi temsil ve yönetim yetkilerini kullanırken ve buna dair imza yetkisine sahipken iş sözleşmesi ile çalışan bir işçi gibi değerlendirilmesi mümkün değildir. Bunun nedeni, işçi-işveren ilişkisinin temel unsurlarından biri olan "bağımlılık" ilişkisinin, organ sıfatına sahip bir görevde bulunulan durumlarda ortadan kalkmasıdır. Bu tür görevlerde, ilgili kişi şirkete karşı bağımsız bir şekilde hareket eder ve şirket adına karar alma yetkisi bulunur. Dolayısıyla, işçi ve işveren sıfatlarının aynı kişide birleşmesinin iş hukuku açısından mümkün olmadığı da değerlendirildiğinde organ niteliğindeki yönetim kurulu üyesi veya yönetim kurulu yetkilerine sahip pay sahibinin şirket ile arasındaki ilişki iş ilişkisi olarak değerlendirilemez.
Diğer yandan, işçi olarak değerlendirilebilme durumu, yönetim yetkisi bulunmayan pay sahipleri açısından bağımlılık unsurunun varlığına bağlıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun kararları incelendiğinde, şirket ortaklarının genellikle kendi hesabına ve bağımsız bir şekilde faaliyet gösteren kişiler olarak kabul edildiği görülmektedir. Ancak, bir kişinin işçi sıfatına sahip olabilmesi için, işverenin otoritesi altında çalışması ve onun talimatlarına uygun şekilde görev yapması gereklidir. Bu bağlamda, taraflar arasındaki ilişkinin hukuki niteliği belirlenirken, somut olayın tüm koşulları ve tarafların üstlendikleri yükümlülükler dikkatle değerlendirilmelidir;
“Kişinin şirkette pay sahibi olması tek başına kişi organ sayılmasını gerektirmez. Temsil etmiyor veya şirket adına alınan kararlarda etki sahibi değil, ortaklık payı sembolik veya kazanç payı dışında bir ücretlendirme de yapılmıyor ise iş sözleşmesi ile çalıştığı kabul edilebilir.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2016/6955E. 2016/9161K. 12.04.2016T.)
Dolayısıyla, yönetime etki edemeyen ya da organ olarak hareket etmeyen pay sahibi nezdinde işçi ve işveren sıfatının birleşmesi için herhangi bir sebebin olmadığını kabul etmek gerekecektir. Aksi şekilde pay sahibinin şirkette alınacak kararlara etki edebilecek oy veya karar payı çoğunluğuna sahip olduğu hallerde ise kişisel bağımlılıktan ve iş ilişkisinin varlığından söz etmek mümkün olmayacaktır.
MURAHHAS ÜYE VE ÜST DÜZEY YÖNETİCİLER
Yazımızın giriş kısmında TTK’nın 375. maddesi uyarınca devredilemez görev ve yetkiler haricinde yönetim kurulunun yönetim ve temsil yetkilerinden bazılarının yönetim kurulu üyesi olan ya da olmayan üçüncü kişilere devredilebileceğinden ve bu üçüncü kişilerin murahhas müdür, murahhas üye ve genel müdür olarak sayılabilecek üst düzey yöneticiler olabileceğinden bahsetmiştik.
TTK’nın 370/2. maddesi ile “Yönetim kurulu, temsil yetkisini bir veya daha fazla murahhas üyeye veya müdür olarak üçüncü kişilere devredebilir.” düzenlemesi getirilmiştir. Bu madde lafzından yönetim kurulunun yalnızca temsil yetkisini murahhas üyelere devredebileceği gibi bir anlam çıkabilir. Ne var ki, yine TTK’nın 367. maddesi ile yönetim kurulunun yönetim yetkisini de devredebileceği düzenlenmiştir.
Temsil ve/veya yönetim yetkisinin murahhas üye ya da üçüncü kişilere devri halinde bu yetkili kişi ile anonim şirket arasında nasıl bir hukuki ilişki kurulduğu iş hukuku bakımından ayrıca değerlendirilmelidir.
Örneğin yönetim kurulunun temsil ya da yönetim yetkisini devrettiği murahhas üye emir ve talimat verebilir diğer bir deyişle somut işveren gibi hareket edebilirse burada anonim şirket ile murahhas üye arasında iş sözleşmesinin zorunlu unsuru olan bağımlılık ilişkisinin varlığından bahsedilemez. Tam aksine söz konusu kişi somut işveren olarak en üst düzeyde emir ve talimat verme yetkisinin sahibidir ve çalışanlar onun bağımlılığı altındadır. Bu durumdaki murahhas üyenin iş akdi ile çalıştığını ileri sürmek, onun işçi sıfatı taşıdığını kabul etmek anlamına gelir. Oysa, işveren sıfatı ile işçi sıfatının aynı kişide birleşmesi mümkün değildir (Sarper Süzek, İş Hukuku, 22. Baskı).
Bu doğrultuda, yönetim yetkisinin yalnızca tek bir murahhas üyeye devriyle sınırlı kalmayıp, birden fazla murahhas üyenin en geniş kapsamda temsil ve yönetim yetkisiyle donatıldığı durumlarda da bu kişilerin somut işveren gibi hareket ettiklerinin kabulü gerekir. Örneğin, imza sirkülerinde iki kişinin A grubu imza yetkisine sahip olduğu ve bu kişilerin her birinin tek başına ya da birlikte çift imzayla şirketi temsile yetkili kılındığı bir yapı söz konusu olduğunda, temsil ve yönetim yetkisinin fiilen bu kişilerde toplandığı açıktır. Bu itibarla, bu kişilerin iş görme edimini bir işverenin emir ve talimatı altında ifa ettiklerinden söz edilemez; zira kendileri bizzat emir ve talimat verme yetkisine haiz, işveren konumundaki kişilerdir. Dolayısıyla, bu nitelikteki murahhas üyelerin işçi sıfatıyla değerlendirilmesi mümkün değildir;
“Ticaret şirketleriyle tüzel kişilerde somut işveren sıfatını taşıyan organ bir kurul olabileceği gibi tek başına bir kişiye verilen yetki çerçevesinde gerçek kişinin de organ sıfatını kazanması mümkündür. Şirketi temsil ve yönetime yetkili kişi-organ sıfatını taşıyan kişiler işveren konumunda bulunduklarından işçi sayılmazlar.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2016/16283E, 2020/4747 K, 03.06.2020T.)
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 547. maddesinde ticari temsilci; işletme sahibince ticari işletmeyi yönetmek ve temsil etmek üzere yetkilendirilen kişi olarak tanımlanmakta, 554. maddede ise bu temsil ilişkisinin hizmet, vekâlet veya ortaklık gibi çeşitli sözleşmelere dayanabileceği, hatta başka hukuki temellere de sahip olabileceği belirtilmektedir. Bu bağlamda şirket adına hareket eden genel müdür veya müdürlerin ticari temsilci sıfatı taşıdığı kabul edilmektedir. Söz konusu temsilciler, işverene karşı bağımsız hareket ettikçe iş ilişkisi çerçevesinde görev yapmakta oldukları varsayılamaz. Ayrıca, genel müdür sıfatı taşıyan kişinin temsil yetkisinin şirket tarafından kendisine devredilmiş olması halinde, taraflar arasındaki uyuşmazlıkların niteliği ticari hale dönüşmektedir. Buna karşılık, üst düzey yönetici murahhas üye veya kişi-organ niteliği kazanmamışsa böyle bağdaşmaz bir durum ortaya çıkmaz.
“Kişi organ statüsündeki murahhas azalar dışında anonim şirket yönetim kurulunu oluşturan kişilerle şirket tüzel kişiliği arasındaki ilişki kural olarak vekalet akdine dayansa da bu ilişkinin iş ilişkisi olarak kurulmasına da bir engel bulunmamaktadır. O halde hukuki nitelendirme her somut olaydaki çalışma ilişkisi özelinde yapılmalıdır (İş Hukuku, Yenilenmiş 10. Bası. İstanbul s. 133-134)
Türk Borçlar Kanunu ticari temsilciyi “işletme sahibinin, ticari işletmeyi yönetmek ve işletmeye ilişkin işlemlerde ticaret unvanı altında, ticari temsil yetkisi ile kendisini temsil etmek üzere, açıkça ya da örtülü olarak yetki verdiği kişi” olarak tanımlamıştır (Mad.547/1). Aynı kanunun 554. Maddesinde ticari temsilci ile temsil ettiği kişi arasında hizmet, ortaklık veya vekâlet sözleşmelerinin olabileceği, ancak bunun sınırlı olmadığı, taraflar arasında başkaca hukuki ilişkilerin de bulunabileceği belirtilmiştir. Kısacası ticari temsilci ile işletme sahibi arasında iş ilişkisi kurulabilir.
Şirketlerde tüzel kişiliği temsil eden genel müdür veya müdürlerin ticari temsilci oldukları açıktır. Ticari temsilcinin yukardaki düzenlemelere göre gerçek anlamda ortak olmadıkça, bağımsız hareket etmedikçe ve murahhas üye olmadığı sürece, iş ilişkisi kapsamında çalıştığının kabulü gerekir” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2015/11490 E. 2015/16594 K. 06.05.2015 T.)
Dolayısıyla şirketlerde genel müdür sıfatıyla iş sözleşmesine dayalı olarak görev yapan kişilerin, salt yönetim kuruluna seçilmiş olmaları, organ niteliği kazandıkları anlamına gelmemektedir. Örneğin 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 23. maddesi uyarınca genel müdürün yönetim kurulu üyeliği doğal bir sonuç olmakla birlikte, murahhas üye sıfatı taşımaması durumunda söz konusu ilişki, iş ilişkisi olarak değerlendirilmelidir. Yine her ne kadar anonim şirketlerde yönetim kurulu üyeleri ile tüzel kişilik arasındaki ilişki kural olarak vekâlet akdine dayansa da bu ilişkinin hizmet sözleşmesi niteliği taşımasına da hukuki bir engel bulunmamaktadır. Bu nedenle, her somut olayda taraflar arasındaki fiili çalışma ilişkisi dikkate alınarak nitelendirme yapılması gerekmektedir (Süzek, 2023, s. 133-134).
SONUÇ
Bir kişinin anonim şirkette pay sahibi, yönetim kurulu üyesi, üst düzey yönetici ya da murahhas üye sıfatlarını aynı anda taşıması, hukuki statülerinin belirlenmesi açısından dikkatle incelenmelidir. Burada göz önünde bulundurulacak temel faktör iş ilişkisinin kurulmasındaki zorunlu unsurlardan olan bağımlılık unsurudur. Bu çerçevede emir ve talimat veren kişinin artık organ sıfatına sahip olduğu ve işveren sıfatının bulunduğunu değerlendirmek gerekecektir. Ancak kişi organ statüsündeki murahhas üyeler dışında anonim şirket yönetim kurulunu oluşturan kişilerle şirket tüzel kişiliği arasındaki ilişki kural olarak vekâlet akdine dayansa da bu ilişkinin iş ilişkisi olarak kurulmasına da bir engel bulunmamaktadır.
O halde iş hukukuna tabi olma durumu ile ilgili hukuki nitelendirme her somut olaydaki çalışma ilişkisi özelinde ve bilhassa ilgili kişinin/ pay sahibinin/ temsilcinin / yöneticinin temsil ve yönetim yetkisini somut olayda ne şekilde kullandığının incelenmesi sureti ile yapılmalıdır.
Yayınlara dön